2 Kasım 2012 Cuma

Memento


Seyr et şarâb u sâgar-ı sîmîn ü çeşm-i yâr
Hep dâfi’-i humâr sefîd ü siyâh u sürh
                                                                                     Şeyh Galib                                                                                       
Yaşamının bir anında "yalan" diye çığlık atıp her şeyi bir çırpıda tersine çevirme hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Sonra hiç beklemediği bir şey yaptı.  Gün doğarken yanına kalem, iğne ve bir şişe beyaz boya alarak yola çıktı. Galeyana gelmiş halk tarafından linç edilesice kalbini, bırakmak istedi elbet, ama olmadı.
Uzun ince bir yolda, aklına gelen çılgın düşüncelerden kaçarcasına yürümeye başladı. Sadece yere bakıyordu. Etrafındaki ağaçlardan, kuşlardan, kedilerden bihaberdi. Hatta abıhayatın yanından geçti, fark etmedi. Gerçi fark etse de umursamazdı. Tek gördüğü patikadaki taşlardı. Bir ara yerde onun suretini görür gibi oldu. Korktu. Başını kaldırdı, karşısında üç tane kapı vardı.
Herşeynekadardabildikilerliyordu.
Nekadarsıradanbirsıradışılıktı,
nekadarolanaklıbirolanaksızlıktı.
Annesi her işe sağdan başlamasını öğütlerdi, bu yüzden soldan başladı. Kapının rengi kesif bir kırmızıydı.Şarap gibi…Yavaşça içeri süzüldü. Genişçe bir bahçeye yayılmış, esneyen kelimeler; altın varaklı cümleler; vezinli, kafiyeli güzeller gördü.Yola çıkmaya niyetlenmiş kuşlara baktı, onlarla selamlaştı. Yürümeye devam etti.Bahçe varlık fıskiyeleriyle sulanıyordu. Bir ara iğneyle kuyu kazan filozoflara gözü ilişti. Kazdıkları yerden yokluk fışkırıyordu.  O yoklukta yok olmak istedi. Yok olmak istedikçe var oldu. Var oldukça incindi. İncindikçe yürüdü.  Epeyce yol kat ettikten sonra Babil kuyusuna vardı. Burada sihir öğrenecekti ki, kendisinin de sihirden ibaret olduğunu anımsadı, vazgeçti. Aradığı bu kapının ardında değildi.(Nearıyorduki?) Geriye döndü. Kapıdan çıkmadan hemen önce laleler arasındaki bir söz sihirbazı dikkatini çekti . Sihirbazın yanağına bir buse kondurdu, kalemini de ona verdi.
Ortadaki kapının önünden geçip, siyah olan kapıdan içeri girdi. Üzerleri dantel örtülerle sıvanmış sivri sivri binaların görkemi onu hayrete düşürdü. Her adımda yoğun bir sisin içine gömülmekteydi. Esenliksiz bir yerdi burası tedirgin oldu. Biraz daha ilerleyince sis dağılmaya başladı. Burnundan kan gelen, ölüm kokan, ölüm gülümseyen insanlar gördü. Başını çevirdi, böylesi bir ölümün kendisine de bulaşmasından korktu. Düşünmek istemedi düşündüğü her şey ona da bulaşırdı. Düşündüğü her şey vardı. Düşünüyordu  o halde vardı. Biraz daha ilerledi. Karşılıklı iki tane kule gördü. Bu kulelere hapsolmuş iki adam vardı. Birinin eli aklında, ötekisinin eli yüreğindeydi. Gülümsedi onlara, yürümeye devam etti.
Birdenbire -evetpatdiye-  hava karardı. Ay doğdu. Yıldızlar parladı. Toprağın altından incecik, narin, güzel yüzlü kadınlar ve erkekler çıktı. Acıklı şarkılar söyleyerek bir araya geldiler. (Acıçekmeleriiçinbirnedenyoktukiyoktuki) .Tatlı bir rüzgar esmekteydi. (Nedegüzeldiki) Derken bir kavgadır başladı. Kadınlar erkeklerin, erkekler kadınların boğazlarını... Esmer bir adam ona doğru yaklaştı boğazını sıkmaya başladı (nasıldadahilolmuştuoyuna). Onun suretiydi. Kurtulmak için iğneyi adama batırdı. Adam patladı. Gerisin geriye koşarak döndü. Kapıdan çıktı.
Ortadaki beyaz kapının önüne geldi. Kapıyı hafifçe araladı çilek reçeli, dereotu ve buğday kokuları geldi burnuna. Kuş sesleri çocuk cıvıltıları geldi kulaklarına. İçerdeki güzellikler gerçek olamazdı. Macera aramaya lüzum yoktu. Kapıyı gerisin geri kapattı. Beyaz boyayı çıkardı cebinden. Kapının önüne bir halka çizdi. Ya da önceden çizilmiş halkanın üzerinden geçti. Bilinmez.  Halkanın ortasına bağdaş kurup oturdu. Gülümsedi (nedegüzelyalansöylüyordu).

Şeyma SEZER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder