6 Kasım 2012 Salı

Kahirenin mor gülünü aramaya geldim.Yıllardır çok ilgimi çeken bir efsanedir.

                Woody Allen'ın en sevdiği filmi Kahire'nin Mor Gülü, bizlere gerçek ve kurmacanın iç içe geçtiği fantastik bir dünya sunuyor. 1985 yapımı bu film, alkolik ve işsiz bir kocadan zaman zaman şiddet gören, zor şartlarda hayatını devam ettirmeye çalışan, sinema salonlarında bir nebze olsun gerçek hayattan uzaklaşmaya çalışan bir kadın, Cecilia'nın öyküsünü anlatıyor. Film olmaz denilenin olmasıyla sıra dışı bir hal almaya başlar, Kahire'nin Mor Gülü adlı filmi 8. kez izleyen Cecilia, filmdeki Tom Baxter karakterinin ilgisini çeker ve karakterin film perdesinden firar etmesine sebep olur.
                  Tom Baxter'ın film perdesinden gerçek dünya geçmesiyle birlikte, perdedeki film tek bir sahneye sıkışıp kalır. Kurmaca karakterler ne yapacaklarını bilmez bir halde Tom Baxter'ın geri dönüşünü beklemeye başlarlar. Bu esnada Tom ve Cecilia birlerine aşık olur ve birlikte vakit geçirmeye başlarlar.
                 Yapım şirketi ve Tom Baxter karekterine hayat veren Gil Shepherd ise bu haberi alır almaz sorunu çözmeye çalışır. Gil Shepherd ,Cecilia'yı Tom'un gerçek olmadığına ve aradığı adamın kendisi olduğuna ikna eder ve ona birlikte Hollywood'a  gitmeyi teklif eder. Bunun üzerine Cecilia, Tom'u beyaz perdeye geri gönderir. Ancak Gil söylediklerinde samimi değildir. Cecilia'yı kariyerini kurtarmak için kullanmıştır. Cecilia gerçekle yüzleşir ve yine hayal dünyasında teselliyi arayarak sinema salonuna sığınır.
                 Aslına bakarsanız film üç katmanlıdır. İlk katmanı  Ceilia'nın izlediği film oluşturur bu filmde yaşanılanlar, gerçek olması mümkün olaylardır. Sadece bize Kahire'nin Mor Gülü ile ilgili anlatılan efsane gerçek dışılığı çağrıştırır. İkinci katmanı ise Cecilia'nın yaşadıklar oluşturur. Burada gerçek ve kurmaca iç içedir. Gerçeklik Cecila'nın dışında, kurmaca ise onun hayal dünyasındadır. Üçüncü katmanı ise biz seyirciler oluştururuz. Filmde tüm gerçekliği ve kurmacayı birbirinden ayırır, izlediklerimizi mutsuz bir kadının zihninde gerçekleşenler olarak görebiliriz.
             Kahire'de şiddet gören kadınlar kendilerini bir halk türküsünde Kahire'nin mor gülü olarak adlandırmışlar. Cecilia'da  o kadınlar gibi mor bir güldür. Tom Baxter ise filmde şu sözlerle mor gülü aradığını ifade eder: Kahirenin mor gülünü aramaya geldim.Yıllardır çok ilgimi çeken bir efsanedir. Filmi farklı bakış açılarıyla zihnimizde yeniden  üretmek, yorumlamak mümkün bu da filmden  aldığımız tadı  oldukça artırıyor. Woody Allen'ın estetik algısı önünde saygıyla eğiliyor, Mia Farrow'un oyunculuğuna hayranlığımızı ifade ederek sözlerimizi sonlandırıyoruz efendim.

2 Kasım 2012 Cuma

Salep Mahlep


Üzerimde kötü bir etki var. Ben süt dökmüş kedi görmedim hiç. Sakladığım samanların zamanı gelmedi. Pire için yorgan yakamadım çünkü ben pire de görmedim. Hiç dört ayaküstüne düşemedim. Kuru gürültüye pabuç bıraktım. Şaşacak bir pusulam hiç olmadı. Paçayı kurtarmam gereken maceralarım...
Görmediğim, yapmak isteyip de yapamadığım ne çok şey var yarabbi! İngilizcede advanced düzeyine hiç erişemedim. Olasılık hesabı yapamadım. Bol s’lilere çalışamadım. Pilavın kıvamını tutturamadım. Havuçları jülyen doğrayamadım. Photoshop, excel bilemedim. Yeni bir ülke görmedim. Yeni insanlar tanımadım. Seni sevmiyorum diyemedim, seni seviyorum da diyemedim. Önemli mi?
“Konusunu biliyorum ama bu kitabı okumadım.” cümlesini kaç kez zikrettim. Senede 24 defa yeni hayata başlamaya çalıştım. Her ayın biri ve on beşini kendime milat seçtim. Her pazartesiyi, her saat başını, her yarım saati, on beş dakikayı… Başlayamadım. Neye başlayacaktım sahi?
Her şeyi bırakıp, iki mahlep ağacının arasına kurulu salıncakta uzansam… Arı vızıltısı bahar uğultusu, elimde Çalıkuşu. Dedem gelse “yedi düvelde bir tane” olduğumu söylese. Tekrar tekrar tek kare. Film şeridine lüzum yok, istemez. Hiçbir şeye lüzum yok!
Mahlepler oldu. Teyzem onları toplayıp sattı, o parayla ayakkabı aldı dedeme. Dedem eskitemedi o ayakkabıları. İçim acır…
Salep mahlepten mi oluyordu?

Memento


Seyr et şarâb u sâgar-ı sîmîn ü çeşm-i yâr
Hep dâfi’-i humâr sefîd ü siyâh u sürh
                                                                                     Şeyh Galib                                                                                       
Yaşamının bir anında "yalan" diye çığlık atıp her şeyi bir çırpıda tersine çevirme hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Sonra hiç beklemediği bir şey yaptı.  Gün doğarken yanına kalem, iğne ve bir şişe beyaz boya alarak yola çıktı. Galeyana gelmiş halk tarafından linç edilesice kalbini, bırakmak istedi elbet, ama olmadı.
Uzun ince bir yolda, aklına gelen çılgın düşüncelerden kaçarcasına yürümeye başladı. Sadece yere bakıyordu. Etrafındaki ağaçlardan, kuşlardan, kedilerden bihaberdi. Hatta abıhayatın yanından geçti, fark etmedi. Gerçi fark etse de umursamazdı. Tek gördüğü patikadaki taşlardı. Bir ara yerde onun suretini görür gibi oldu. Korktu. Başını kaldırdı, karşısında üç tane kapı vardı.
Herşeynekadardabildikilerliyordu.
Nekadarsıradanbirsıradışılıktı,
nekadarolanaklıbirolanaksızlıktı.
Annesi her işe sağdan başlamasını öğütlerdi, bu yüzden soldan başladı. Kapının rengi kesif bir kırmızıydı.Şarap gibi…Yavaşça içeri süzüldü. Genişçe bir bahçeye yayılmış, esneyen kelimeler; altın varaklı cümleler; vezinli, kafiyeli güzeller gördü.Yola çıkmaya niyetlenmiş kuşlara baktı, onlarla selamlaştı. Yürümeye devam etti.Bahçe varlık fıskiyeleriyle sulanıyordu. Bir ara iğneyle kuyu kazan filozoflara gözü ilişti. Kazdıkları yerden yokluk fışkırıyordu.  O yoklukta yok olmak istedi. Yok olmak istedikçe var oldu. Var oldukça incindi. İncindikçe yürüdü.  Epeyce yol kat ettikten sonra Babil kuyusuna vardı. Burada sihir öğrenecekti ki, kendisinin de sihirden ibaret olduğunu anımsadı, vazgeçti. Aradığı bu kapının ardında değildi.(Nearıyorduki?) Geriye döndü. Kapıdan çıkmadan hemen önce laleler arasındaki bir söz sihirbazı dikkatini çekti . Sihirbazın yanağına bir buse kondurdu, kalemini de ona verdi.
Ortadaki kapının önünden geçip, siyah olan kapıdan içeri girdi. Üzerleri dantel örtülerle sıvanmış sivri sivri binaların görkemi onu hayrete düşürdü. Her adımda yoğun bir sisin içine gömülmekteydi. Esenliksiz bir yerdi burası tedirgin oldu. Biraz daha ilerleyince sis dağılmaya başladı. Burnundan kan gelen, ölüm kokan, ölüm gülümseyen insanlar gördü. Başını çevirdi, böylesi bir ölümün kendisine de bulaşmasından korktu. Düşünmek istemedi düşündüğü her şey ona da bulaşırdı. Düşündüğü her şey vardı. Düşünüyordu  o halde vardı. Biraz daha ilerledi. Karşılıklı iki tane kule gördü. Bu kulelere hapsolmuş iki adam vardı. Birinin eli aklında, ötekisinin eli yüreğindeydi. Gülümsedi onlara, yürümeye devam etti.
Birdenbire -evetpatdiye-  hava karardı. Ay doğdu. Yıldızlar parladı. Toprağın altından incecik, narin, güzel yüzlü kadınlar ve erkekler çıktı. Acıklı şarkılar söyleyerek bir araya geldiler. (Acıçekmeleriiçinbirnedenyoktukiyoktuki) .Tatlı bir rüzgar esmekteydi. (Nedegüzeldiki) Derken bir kavgadır başladı. Kadınlar erkeklerin, erkekler kadınların boğazlarını... Esmer bir adam ona doğru yaklaştı boğazını sıkmaya başladı (nasıldadahilolmuştuoyuna). Onun suretiydi. Kurtulmak için iğneyi adama batırdı. Adam patladı. Gerisin geriye koşarak döndü. Kapıdan çıktı.
Ortadaki beyaz kapının önüne geldi. Kapıyı hafifçe araladı çilek reçeli, dereotu ve buğday kokuları geldi burnuna. Kuş sesleri çocuk cıvıltıları geldi kulaklarına. İçerdeki güzellikler gerçek olamazdı. Macera aramaya lüzum yoktu. Kapıyı gerisin geri kapattı. Beyaz boyayı çıkardı cebinden. Kapının önüne bir halka çizdi. Ya da önceden çizilmiş halkanın üzerinden geçti. Bilinmez.  Halkanın ortasına bağdaş kurup oturdu. Gülümsedi (nedegüzelyalansöylüyordu).

Şeyma SEZER

Bilge Karasu'nun Eseri Göçmüş Kediler Bahçesi ne Yapısalcı Bir Bakış


Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezinde yayınlanmış bir çalışmam.
http://turkoloji.cu.edu.tr/YENI%20TURK%20EDEBIYATI/seyma_sezer_bilge_karasu.pdf

1 Kasım 2012 Perşembe

Chopin Güzellemesi




"baygındım/ölüydüm/yüzüyordummorbirsuda/
                                                                                       gözümkapalıydı/konuşmuyordum/
                                                                                oyunbitmezkidiyordum/vezireçıkıyordum/
                                                                                           vezirleribenimdiyeşillerin/almıştım/
                                                                                       alıyordumartık/karşıkarşıyagelmiştik/
                                                                                             oyunbitmezkibitmezkibitmezki.."
                                                                                                                                                                    Bilge Karasu           
 Ben Frederic Chopin. Gece ve gündüz gibi benim tınılarım. Hastalıklı ve küskün bir piyano dili benimkisi… Ah o gün var ya, memleketimden bir avuç toprak verip, bana “unutma” dediğiniz gün işte tam da o güne denk gelir ciğerlerimdeki korkunç yalnızlık. Romantik bir akıma kapılmış, sürgün bir yaşamım var benim. Kalbimi sökün doğduğum topraklara götürün; kül olup karışsın güzel memleketime nice sevdayla hırpalanmış kalbim. Cenazemde mi? Mozart çalın!
Hay aksi! Bir dakika, yine karıştırdım. Ben Chopin değilim. Frederic insanın aklını başından alır. Kendi dünyasına çekiverir ruhunuzu, kim olduğunuzu karıştırırsınız. Evet efendim, ben de müzisyen olsaydım tam da böyle anlatırdım duygularımı diyordum ki Chopin oluvermişim.
Ne çok acı biriktirmişliğimiz var diye düşünürüm bazen. Hasretler, karşılıksız aşklar hayal kırıklıkları, yalnızlıklar, hiç kimsenin ölmediği lakin hislerin ölüm gibi olduğu durumlar. İçini is tutmuş soba borusu gibi yıkadıkça etrafı da siyaha boyayan insana bırak dağınık kalsın dedirten acılar. İşte bu neviden acıları nasıl temizlemeli insan? “Temizlenmez kan kusturur.” İçimdeki Chopin umutsuzluğa sevk etme beni.
Kalabalıklar canımı ne çok sıkar bilir misiniz? İşin ilginç yani yalnızlıkta sıkar beni. İflah olmaz bir romantiğim ben. Şöhret olsam derim bazen, mesela beni “Kuzey Yıldızı” olarak tanıtsalar. Kalabalık içinde yalnız kalsam…Sahi neydi Türkan Sultan Kadir İnanır’a hangi ismi takmıştı bir filmde? “Saadeti bu şarkıda tattım. Bir şey daha öğrendim bu şarkıyla; her şeye sahip olmak isteyen elindekini de kaybediyor.” Hatırladım, Chopin! Güzelim Yeşilçama değinmişken sevgili Chopin sana da istediğin kızı vermemişler. Kızın anası Aliye Rona tipi çıkmış. Kız da azcık çokbilmiş. Biz de filmler mutlu sonla biter. Hiç değilse Azize ile Şopen kavuştu üzülme sen Chopin!
Şunu hayal ederim bir de aziz dostum Faruk L. şöyle anlatacak ölümümü:"16-17 Ekim gecesi yarı uyku, yarı uyanıklık halinde sabaha kadar kıvrandı. Saat 2'ye doğru can çekişmeye başladı. Alnından oluk gibi terler geliyordu. Bir ara kendine gelir gibi oldu ve yanında kimin olduğunu sordu. Kendisine destek olan Gutmann'ın elini öptü ve son nefesini verdi. Kapının önü insan doluydu. Sabaha kadar hıçkırarak başında beklediler. Çiçeği çok sevdiği biliniyordu, ertesi gün o kadar çok çiçek geldi ki, odanın her yanı rengarenk olmuştu. Çiçekli bir bahçede yatıyordu sanki... Yüzüne gençlik, saflık ve güzellik gelmişti. " Yok artık dostlarını çalmamalıyım. Franz L. senin ölümünü böyle tasvir etti Chopin!